10 Kasım 2007 Cumartesi

Alfabeyle Başlayalım mı?



Osmanlıcayı Herkes Kolayca Öğrenebilir mi?

Yard. Doç. Dr. Nejdet Gök Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü Öğr. Üyesi.

Ülkemizde zaman zaman belli çevrelerde, biraz da yüksek sesle yapılan tartışmalardan biri de Osmanlıca, -bilimsel deyimiyle “Tarihî Türkiye Türkçesi”- üzerinde odaklanmaktadır. Osmanlıcanın, -eğer ayrı bir dil ise- nasıl bir dil olduğu, öğrenmek isteyen her meraklının kolayca öğrenip öğrenemiyeceği, geleneksel kültürle bağlantıyı kurabilmek için Osmanlıcaya gerek olup olmadığı.. bu tartışmanın ana temalarını oluşturmaktadır.
Bence esas mesele, herkesin kafasında kendi bilgi ve birikimleri çerçevesinde kalıplaşmış, birbirinden farklı boyut ve kapsamdaki “Osmanlıca kavramı”ndan kaynaklanmaktadır. En basit ve okunaklı yazı stili sayılan Nesih’ten, Osmanlı devrinde bile sayısı üç-beşle ifade edilen uzmanların okuyup yazabildiği Siyakat’a kadar onlarca yazı çeşidi ve stili olan Osmanlıcayı birbiriyle karıştırmamak gerekir. Sözkonusu karışıklığı ve yanlış değerlendirmeleri önlemenin çıkar yolu, Osmanlıca yazılmış malzemeleri göz önüne alarak genel bir sınıflandırma yapmaktır.
Osmanlıca; öncelikle 1.Temel Osmanlıca veya Osmanlı Türkçesi, 2.Osmanlı Paleografyası, 3.Osmanlı Diplomatikası veya Osmanlı İnşâ dili olarak üç ana başlık halinde ele alınıp yorumlanmalıdır.
Osmanlıca; Arap alfabesine, Fars ve Türk dilinden yeni sesler ilavesiyle oluşturulmuş, uzun tarihi boyunca kendine has özelliklerle geliştirilmiş, farklı yazı türleriyle bir sanat haline getirilmiş, kelime hazinesi günümüz Türkçesi ile kıyaslanamayacak kadar zengin bir yazı dilidir.
Osmanlıca öğrenmek isteyenlerin öncelikle dikkat etmesi gereken noktaları şu şekilde özetleyebiliriz:
1. Osmanlıca öğrenmek, alfabedeki harfleri ezberlemek, harflerin birbirleriyle bitişmesini, kelime haline gelmesini görmek ve okumak demek değildir. Bu, yalnızca matbu yazı adı verilen kitap yazısına, diğer deyişle en basit Osmanlıca’ya ilk adımdır. Prof. Dr.Faruk K.Timurtaş’ın: “Osmanlıca denilen tarihî edebiyat dilimiz”[1] cümlesiyle işaret ettiği Osmanlıca da esas olarak budur. Osmanlıca dil ve edebiyat çalışmaları için öğrenilmek isteniyorsa, el yazısına girmeden, basit seviyede matbu’ bir Osmanlıca, -kelime bilgisi ve edebiyat kültürünü başka kaynaklardan beslemek şartıyla- sınırlı olarak yeterli olabilir. Osmanlıcaya bu gözle bakıldığında ayrı bir dil olarak değil de, “Türkçenin belli dönemlerde kullanılmış bir yazı dili” veya “Osmanlı Türkçesi” de denilebilir.
2. İleri seviyede bir Osmanlıca için zengin bir kültürel birikim ve altyapı gerekir. Kelime hazinesini yeterli zenginliğe ulaştırmadan, üsluba alışmadan, Osmanlı kültürünün asgari kavramlarına vâkıf olmadan ileri seviyede Osmanlıca öğrenilmez. Arşivlerin tozlu belgeleriyle hemdem olmadan, ciğerleri o ilaçlı tozlarla doldurmadan ileri seviyede Osmanlıca öğreneceğini zannetmek tam bir hayal ve aldanmadır. Bu çalışmları yapmadan, yaşamadan Osmanlıca bildiğini zannedenler daha işin alfabesinde sayılır. Bunlar yüzme öğrenmeden, yüzmenin güzelliğinden, dalmayı öğrenmeden denizin dibindeki inci ve mercanlardan sözeden, herşeyin teori ile halledilebileceğini düşünen, belge okumadan tarih yazanlar güruhudur.Gerçekten de eşi benzeri görülmedik bir tarih yazıyorlar ama neyin tarihini?
3. Osmanlıca Arapça, Farsça ve Türkçe dillerinden bir şeyler alarak oluşturulmuş, derme-çatma bir dil değildir. Hilmi Yavuz’un da “Osmanlıca Türkçe midir?” başlıklı makalesinde (Zaman, 2002/05/17) Prof.Dr.Faruk K.Timurtaş’tan alıntı yaparak belirttiği gibi “Türkçe ile birlikte, Arapça ve Farsça’yı bilen bir kimsenin, Osmanlıca’yı rahatça anlayamayacağı” gerçeğinden hareketle Osmanlıca’nın kendine özgü kurallarını da öğrenmek gerektiğini kabül etmek gerekir.
4. Tarihi araştırmalar, arşiv vesikalarının veya bilimsel eserlerin okunabilmesi için gerekli bir seviyede Osmanlıca, kendi devrinde bile anlaşılması zor edebi bir dildir. Yazı karakterindeki değişiklik ve karışıklıklardan kaynaklanan zorlukları aştıktan sonra ayrıca, sosyal, siyasi ve hukûkî hangi konu üzerinde yoğunlaşılacaksa öncelikle o konuyla ilgili literatürü taramak, terminolojiye aşina olmak gerekir.
5. Özellikle berât, fermân, nâme-i hümâyûn gibi padişahlar adına düzenlenen vesikalarda karşılaştığımız, dua, elkab ve nişân formüllerini doğru okuyabilmek için belli seviyede Arapça ve Farsça bilmek gerekir.
6. El yazısı Osmanlıcanın bazı türleri, bir dil olmanın ötesinde, Arap alfabesinin Türkler elinde yoğrularak, kıvama getirilmesi, çeşitli biçim ve şekillerde kalıba dökülmesini ifade eden bir Türk-İslâm sanatdır. Hattat M.Uğur Derman’ın deyimiyle “sadece okuma-yazma vasıtası olan bir takım basit şekillerin böylesine güçlü bir estetikle (hatt sanatı kasdediliyor) ortaya çıkıvermesi İslâm’ın bir mucizesidir ve bu dinin geniş sahalara yayılmasıyla da bütün İslâm ülkelerince benimsenmiştir.”[2]
7. Yukarda da işaret ettiğimiz gibi, Paleografya ve Diplomatika birbirinden ayrılmaz iki bilim dalıdır. Tüm dünya üniversitelerinde bu böyle kabül edilir ve bu konuda verilen dersler de aynı başlık altında ele alınır. “Vesika ilmi” adını verdiğimiz diplomatika ile arşiv belgelerinin kimlik tesbiti yapılmakta, okunması güç olan formül ve klişeler üzerinde durulmakta, belge çeşitleri, doğrulukları veya sahtelikleri ortaya konulmakta, resmi yazışma teknikleri ve stilleri vs. öğretilmektedir
8. El yazısı Osmanlıca metinleri okurken karşılaşılan bir başka güçlük de yazıyı yazan kişilerin, kendilerine özgü yazı stil ve karakterlerinden kaynaklanmaktadır. Yazı, belli eğitim almış profesyonel katiplerce yazılmış ise okumak daha kolaydır. Çoğu kez, “kırma” adı verilen, belli bir yazı karakterinin özelliğini taşımaktan çok, değişik karakterlerin bir arada kullanılarak yazıldığı “karma” karakterli yazılarda sık sık gramer hatalarına da rastlanmaktadır.
9. Son dönem Osmanlıcası sanılanın aksine, kolay okunabilen ve anlaşılan bir yazı türü değildir. Sözkonusu dönem Osmanlıcası harf karakterleri ve yazı türü açısından basitleştirilmiş olsa da, kullanılan dil, kelime zenginliği, izafet ve terkibler bakımından klasik dönem Osmanlıcasıyla kıyaslanmayacak derecede, Arapça, Farsça (Tatarca göz önüne alınırsa Rusça) kelime, deyim ve terimlerin kullanıldığı bir yazıdır.
10. Sayıları çok fazla olmamakla birlikte yabancıların bile, arşiv vesiklarını okuyabilecek derecede ileri seviyede Osmanlıca öğrenebilmelerinin, hatta araştırma alanında kimi kez Türk araştırmacılardan daha da becerikli olmalarının altında yatan en önemli nedenlerden biri; planlı, disiplinli ve gayretli çalışmalarının yanında, Arapça ve Farsça’nın Osmanlı açısından önemini kavramaları, Türkçe de dahil olmak üzere üç dil üzerinde yoğunlaşmış olmalarıdır.
Özetlemek gerekirse; Basit seviyede, sınırlı bir amaç için kullanılacak, basılı metinlerden oluşan Osmanlıca, -belli bir kültürel alt yapıya sahip olmak şartıyla- isteyen her kişi tarafından rahatlıkla öğrenilebilir. “İhtisas Osmanlıcası” adını verdiğimiz, çeşitli el yazılarını okuyacak kadar ileri düzeydeki Osmanlıca; adı üstünde bir uzmanlık işidir. Osmanlı diplomatikası çerçevesinde ele alınan, arşiv vesikalarının tahlil, tenkid ve değerlendirilmesini konu edinen Osmanlıca ise, paleografya, teşkilat tarihi ve diplomasi başta olmak üzere, epigrafi, sicillografi, heraldik, nümizmatik, arkeoloji, kronoloji, onomastik vs. bir çok bilimle ilişkili, ayrı bir bilim dalı olarak kabül edilmelidir.
Bilkent, 17 Eylül 2004
[1] Faruk K.Timurtaş, Osmanlı Türkçesine Giriş, (İstanbul, 1979), XVII.
[2] Osmanlı Medeniyeti Tarihi, (Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu), (İstanbul, 1999), II, 481.

31 Ekim 2007 Çarşamba


Osmanlı Türkçesi

Tanım

13-20. yüzyıllar arasında Anadolu’da ve Osmanlı Devleti’nin hüküm sürdüğü yerlerde yaygın olarak kullanılmış olan, özellikle 15. yüzyıldan sonra Arapça ve Farsçanın etkisinde kalan Türk yazın dili. Osmanlı Türkçesi ya da eski yazı olarak da bilinen Osmanlıca Arapça, Farsça ve Türkçenin karışımıdır ve Arap alfabesiyle yazılır.


Tarihçe

Osmanlıca terimi Tazminat Dönemi (1839-1876) aydınlarınca ortaya atılmıştır. Daha önceleri Türk lehçelerinin hepsine Türki (Türkçe) ya da lisan-ı Türki (Türk dili) deniyordu. 19. yüzyılda artan milliyetçilik hareketlerine karşılık, Osmanlı Devleti’nin siyasal bütünlüğünü korumak amacıyla yeni bir milliyetçilikle ortaya çıkan Tanzimat aydınları, millet-i Osmaniye (Osmanlı milleti) kavramını geliştirdiler. Osmanlı toprakları üzerinde konuşulup yazılan Türkçeye de Osmani (Osmanlıca) ya da lisan-ı Osmani (Osmanlı dili) adını verdiler.
Türkler tarih boyunca farklı din ve kültürlerle bir arada yaşadıkları için farklı alfabeler kullanmışlardır. 5. yüzyıldan 20. yüzyıla değin yakın ilişki içinde bulundukları kültürlerin etkisiyle Göktürk, Uygur, Sogd, Çin, Tibet, Nasturi-Süryani, Mani, Brahmi, Peçenek, Kuman, Yunan, İbrani, Slav, Arap ve Latin alfabeleri değişik dönemlerde kullanılmıştır. Bunlar arasında Türklerin büyük bölümü tarafından en uzun süre (11. yüzyıldan 20. yüzyıla değin) kullanılanı Arap alfabesidir.

Tarihsel gelişimi açısından Osmanlıca üç döneme ayrılır:

1. Eski Osmanlıca ya da Eski Anadolu Türkçesi: (13-15. yüzyıllar arası)
2. Orta Osmanlıca ya da Klasik Osmanlıca: (16-19. yüzyıllar arası)
3. Yeni Osmanlıca (19. yüzyıl-20. yüzyılın başları)


1. Eski Osmanlıca (Eski Anadolu Türkçesi):

Türklerin büyük bölümü 10. yüzyıla değin Uygur harflerini kullanıyordu. İslamiyetin kabul edilmesinin ardından, Arap kültürünün etkisiyle Arap harfleri kullanılmaya başladı. 15. yüzyıla değin dilde Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalar azdı. Öte yandan 15. yüzyılda İstanbul’da başlayan saray yaşamı Arap, İranlı sanat ve bilim çevrelerini kendisine çekti; ürkçenin yanı sıra, Arapça ve Farsça yüksek sınıf ve aydınlarca kabul görmeye başladı. Bu yabancı öğeler 15. yüzyıldan sonra özellikle nazımda arttı.


2. Orta Osmanlıca (Klasik Osmanlıca):

16. yüzyıldan başlayarak Arapça ve Farsça yalnızca sözcük kullanımı olarak değil, dilbilgisi açısından da Türkçeyi etkilemeye başladı. 19. yüzyıla değin süren bu dönemde Arapça ve Farsça tamlamalar yalnızca isim soylu sözcüklere değil fiillere de girdi. Kökü yabancı bileşik sözcükler oluşturuldu, düzyazı dilinde kısa ve yalın tümcelerin yerini bağlaçlarla uzatılmış yabancı öğelerle dolu tümceler aldı. Dönemin sanatçıları Eski Osmanlıcada kullanılan görece yalın Türkçe yerine Arapça ve Farsçadaki ustalıklarını gösterme yolunu seçtiler.


3. Yeni Osmanlıca:

19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde matbaanın kurulması, çeşitli konularda gazete ve dergilerin yayımanması ve Batı kültürüne açılma çabaları düzyazıda etkisini gösterdi. Halkın anlayabileceği bir dille yazma girişimiyle dönemin yazar ve yayıncıları daha yalın bir dil kullanmaya başladılar. Yazıda ilk kez noktalama işaretleri kullanılırken, edebiyatta Batı etkisiyle roman, hikaye gibi yeni türlere ilgi arttı. Türkçe kavramı üzerinde durularak dilbilgisi kitapları ve sözlükler yayımlanmaya başladı. Öte yandan Batı’dan alınan yeni kavramları (Batılılaşma, milliyetçilik, Osmanlıcılık vs.) karşılayacak Türkçe sözcüklerin olmaması sebebiyle yeniden Arapça ve Farsça sözcüklerle tamlamalara başvuruldu. Arapça ve Farsça sözcük köklerinden yeni sözcükler türetildi. Bu dönemin sonunda özellikle şiirde ağdalı bir dil kullanılmasına (Edebiyat-ı Cedide, Fecr-i Âti) ve yabancı sözcüklere yer verilmesine karşın, dilde yabancı öğelerden arındırma çabaları devam etti. Bu süreç 1928’deki Harf Devrimi’nden sonra daha da hızlandı.